Bu Blogda Ara

24 Kasım 2010 Çarşamba

çağdaş dramanın 20. yıl kutlaması...


liderimiz Nalan hoca
           Dün akşam, Çağdaş Drama' nın kokteylindeydim. Kızılay Selanik 2 caddesinde kendi binamıza taşındık.
Hem açılış , hem de 20. yıl kutlaması yaptık. Geçen sene milli kütüphanede olmuştu.Çok gelenler vardı, hiç tanımadığım yüzler..İstanbul'dan ve başka illerden de vardı.
          Açılışı; binanın sahibi aynı zamanda çağdaş dramayla ilgisi olan bir hanım yaptı.Benim ilk defa gördüğüm insanlar. Bizim lider Nalan hoca; herkesi biliyor. Şu ikizlerden biri benim öğrencimdi, acaba hangisiydi diyor. Aynı yumurta ikizleri..45 , 50 yaş arası..aralarına girdim fotoğraf çektirmiştim.Beyler, hanımlar...7 den 70' e belki daha fazla, bebek bile vardı. Salon, odalar, koridor mutfak hep doluydu..kimileri de dışardaydı..
Bol bol yiyecek, içecek vardı...yaprak sarmaları,mercimek köfteleri, kuru yemişler,börek çeşitleri el açması, küçük havuçlu toplar,kurabiye kek çeşitleri...içki çeşitleri..hepsi de güzeldi..en sonunda ben, maden suyu servisi de var mı acaba dedim, maalesef yokmuş, eve gelince içtim.
Sinevizyondan, çağdaş dramanın geçmişten bugüne kadar olan faaliyetlerini izledik. Keman eşliğinde şarkılar söyledik.Ev sahipliğini liderler yaptı, mükemmeldi.
         Nurten'in kızı almaya geldi bizi, evlerimize tek tek bıraktı sağolsun. Demir'e zahmet vermedim,  yine de beni beklemiş, yatmamış.

22 Kasım 2010 Pazartesi

yöresel bir tatlı tarifi...sonra yapmak üzere..

Kerebiç Mersin’e has bir tatlı türüdür. Özellikle ramazan ayında İstanbul’da güllaç, kaymaklı ekmek kadayıfı neyse Mersin’de de kerebiç odur. Kocaman bir tabak kıvamlı krema içinde yüzen içi fıstık ya da ceviz dolu enerji bombası kurabiyelerden oluşmaktadır. Kerebiçin yapımı da en az kendisi kadar özeldir. İçliköfte şekline getirilerek yapılan kısmın dışı irmik, yağ, karbonat ve şekerle yapılıyor; içine de fıstık veya ceviz konuluyor.Burada hassas nokta kurabiyelerin kesinlikle kızarmış olmaması. Kreması ise her ne kadar halk arasında farklı bilinse de aslında bir bitkiden yapılmaktadır. Halk arasında ki bende bu yazıyı yazmaya karar verip araştırana dek öyle biliyordum ramazana özel olmasından mütevellit ramazan ayında pidenin üzerine sürülen yumurta sarılarının yumurta tüketimini arttırmasına bağlı olarak yumurta akının çırpılarak yapıldığı bilinen krema aslında çövenden yapılır. Çöven sabunotu olarak bilinir. Saponaria officinalis yani çöven köklerinin bir gece suya ıslanmasının ardından 5 saat süreyle kaynatılması ve oluşan yeşil suyun köpürene dek çırpılması kremanın temeli. Ancak köpük oluştuktan sonra bol şeker ilave edilerek kıvam arttırılıyor. Bu krema deryasının içine atılan kurabiyeler köpüğe gömülünce üzerine tarçın dökülüyor.


*Peki çöven ne? Çöven nevi şahsına münhasır bir bitki. Sabun otu denmesinin nedeni leke çıkarma özelliğine sahip olması. Haziran-temmuz aylarında beyaz çiçekler açan, 50-60 cm yüksekliğinde çok dallı, çok senelik, kazık köklü, otsu bir bitki. Yaprakları sapsız, soluk yeşil renkli, çiçekleri küçük pembe ve beyaz renkli. Türkiye çöven türlerinin 50 tanesine ev sahipliği yapıyor ve bunların 5 çeşidi ekonomik öneme haiz. Kerebiç yapımnda kullanılan kısmı ise kökü (radix saponaria officinalis).

  

Çöven köpürme özelliğinden soapwort olarak biliniyor ingilizcede. Yakın doğuda ve trakya bölgesinde tahin helva yapımında kullanıldığından köpük helva da deniliyor. Kıbrıs’ta ise hellim yapımında peynir suyuna konuluyor. Bir de son olarak kişisel tavsiyem kerebiçin buzdolabında bekletildikten sonra yenmesidir. Aksi takdirde pek bir ağızda dağılıyor. Ayrıca soğukken daha ferah bir yiyecek olduğu kesin .

Kerebiç Tarifi:





Malzemeler:
  • 1 su bardağı şeker (pudra şekeri kullanılırsa daha iyi olur fakat yarım su bardağından biraz fazla şeker yeterli olacaktır) 
  • 3 yumurta
  • 1 su bardağı yoğurt 
  • 1 su bardağı ayçiçek yağı (kilisliler içerisine genellikle ayçiçek yağı değilde zeytinyağı kullanırlar)
  • 1 paket oda sıcaklığında margarin
  • 1 paket vanilya
  • 1 paket kabartma tozu
  • Aldığı kadar un (6-6,5 su bardağı aldı benimkisi. kilislilerinki gibi bir tat istiyorsanız unla birlikte 1 su bardağı kadar irmik ekleyebilirsiniz, ben eklemedim)
  • İç Malzemesi:
  • 2.5 su bardağı iri çekilmiş ceviz
  • 1 yada 1.5 tatlı kaşığı damak zevkinize göre tarçın
  • yarım su bardağı susam (bunu eklemedim)
  • yarım çay bardağı da hindistan cevizi
  • 2 yemek kaşığı pudra şekeri
  • Hazırlanışı:
  • bütün malzemeleri karıştırıp yumuşak bir hamur elde edin.
  • bu hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp içli köfte yapar gibi içini oyup karıştırdığımız iç malzemesinden 1 yada 1.5 kaşık ilave edip ağzını kapatın.
  • daha sonra yaptığınız bu kurabiyeleri kalıbın tam ortasına koyup elinizle hafifce bastırın. kalıptan çıkarmak içinde kalıbın ucunu bir tahta yada pişireceğiniz tepsiye hafifçe vurarak çıkartın.
  • tüm hamuru aynı işlemle hamur bitinceye kadar tekrarlayın.hafif yağladığınız tepsiye kurabiyeleri dizip üstü kızarmayacak şekilde pişirin.(püf noktası üzerileri kızarmayacak) kurabiyeler piştikten sonra hafif soğumasını bekleyip üzerini tamamen kaplayacak şekilde pudra şekeri dökülüp servis yapılır.
  • Diğer bir yapılış şeklide aşağıdaki gibidir.
KEREBİÇ:
  • Kerebiç Mersin’e özgü bir tatlı çeşidi.Ramazanların olmazsa olmazı.
  • Malzemeler:
  • 2 yumurta,
  • 1 ç.b.sıvı yağ,
  • 100 gr,eritilmiş margarin,
  • 1/2pk.kabartama tozu,vanilya,
  • 1/2 çb. irmik,
  • 1 ç.b.pudra şekeri,
  • alabildiği kadar un.
  • İç Malzemeleri:
  • 2 su bardağı iri çekilmiş ceviz içi ve tarçın.
  • Hazırlanışı:
  • Malzemelerimizi yoğurup kulak memesi yumuşaklığında bir hamur elde ediyoruz.
  • Dolapta 10 bekletiyoruz.
  • Daha sonra hamurdan cevizde iri parçalar koparıp içli köfte gibi açıp içine harcımızdan koyup kapatıyoruz.
  • Toz şekere bulayıp fırın tepsisine diziyoruz.
  • 180 derecede üzeri kızarana kadar pişiriyoruz.
  • Eğer bulabilirsek orijinal köpüğe,yoksa koyu kıvamlı krem şanti hazırlayıp içine kerebiçlerimizi atıyoruz ve buzdolabında bir süre dinlendirip afiyetle yiyoruz.
-Alıntıdır-

20 Kasım 2010 Cumartesi

kurban bayramı

    Bayramın son günü Emine telefon etti; bize gelin okey oynayalım diye..
    Bayramın ilk gününden beri; Emel'lerden hiç haber yok..
    Şeker bayramında Samsun'dan aramıştı, Elif'e gitmişler..Seniha, Meliha, Aladdin ağabey..
    Demir merak etti, Alaaddin abiyi cepten aradı, bayramlaştı..bir ara uğrarız demiş..Erol'la Yasemin yurt dışı turuna katılmışlar, Nil'i de babanneye (Emel'e) bırakmışlar.
     Ben de; gelirlerse diye pasta yapayım dedim.börek,tatlı,yaprak sarma vardı..
     Pastayı yaptım, tamamladım Emine aradı, gelin diye..Emel'lerden bi haber var mı dedim, yok.. biz bize yeteriz dedi.Mehmet abinin  de sesi geliyor..börekler benden diye..(su böreği, baklava,  almış)
     Pasta da benden dedim. Birinci günü de onlardaydık, ikinci günü onlar bize,Egemen de İstanbul'dan gelmişti..biz onlara derken..
     okeye oturduk, Emine ile benim şansım iyiydi...kocaları yendik..ikinci tura başladık..
     Emel'ler geldi, Nil'i de getirmişler.Nil çok tatlı olmuş..Emel; Barış'ların Hollanda'ya gidişleri ile..Nil'in yaşı aynı dedi. Seniha, Meliha, Elif, Başak(yeni gelin) tiyatroya gitmişler..
     Arabalarını bizim sokağa park etmişler..hep birlikte kalktık..
     bize; kurban eti (dana kesmişler) ile Elif'in yaptığı baklavadan getirmişler..
     baklavayı yedik, güzel olmuş..ev baklavası(oklavada büzülerek yapılan)
     kurban etini de daha sonra pişireceğim...

14 Kasım 2010 Pazar

su böreği, baklava, yaprak sarma..

     Annem, Ahmet'ten su böreği, baklava, yaprak sarma istemiş..ayyyy anneeeeeeeee !!!
     çoktandır yemiyorum diyor...Ağabeyim de; yattığın yerde bunları mı düşünüyorsun demiş...haklı.
     En son gittiğimde bana; hem irmik helvası, hem de pişi (hamur kızartması, peynirli) yaptırmıştı. Bir tanesini yapalım dedim...olsun, kandil...(dağıtacak konu komşu da yok) annem, teyzem ve ben...
      Ben de çoktandır yememiştim zaten, demişti...
     Anneme dedim; yıllardır bana, çoktandır yemiyorum deyip, yedin. Ne yapalım alışmışız...alıştığımız şeyleri istiyoruz, diyor.
     Geçen gün gittiğim hastanede, hemotoloji servisindeki doktor soruyor; ailede başka hastalık var mı diye..
Ben de aşırı obez var dedim ve anneme de bahsettim telefonda..
   Biz obez değiliz ki, şişmanız dedi. Neyse...doktoruna sormuş, birtakım hesaplardan sonra obez olduğunu öğrendi..
    çok zor bir şey,insanın canının isteyip de yiyememesi...
     rahmetli babam da, helva fıstıkları, paket paket irmikler..evde kalmamıştır diye hep almış.
    Mesrur! bi irmik helvası bassan da yesek, dediğini bilirim.
    Annem şimdi bakımevinde..bakıcısıyla çektiğim fotoğrafı...

10 Kasım 2010 Çarşamba

Bitmez tükenmez apartman sorunları...

   Apartmanın girişini kazmışlar. Söğüt ağacının dökülen yaprakları tıkamış ...maddi manevi zarar..
yukarıda çatı akıyormuş.. güvercinlerin pisliğinde asit olduğu için, kiremitlere zarar vermiş...
üstümüzde oturan doktor kızın çamaşır makinesini yanlış bağlamışlar, kapısının yan duvarı, boydan boya ıslak.
Pire Mehmet'in kızı bana; ''Gül abla olur mu bu kadar duyarsızlık yaa, komşu duvarındaki ıslaklığı görmüyor..git bak allah aşkına '' dedi.
 Demir de geçen gün;'' bizim koridorun tavanından su damlıyor, herhalde yukarıdaki kızın banyosu mu taştı, haberi olmadı acaba?''diyordu.
  Ailecek panikler..Baba, anne, kız...sağ olsunlar onlar da olmasa apartmanımız sahipsiz kalacak Ben de gideceğim yere geç kaldım.Akşam dönüşte bakarım dedim.Bir gün dövücem valla kızı diyor.Aman sakin ol canım.. ne yapalım apartmanın sorunu hepimizin sorunu, sıkmayın canınızı dedim..Yönetici yok apartmanda...yönetici varken de onlar kendilerini aşırı sorumlu hissediyorlar..Bahçemiz..bahçemizin taşları, bakımı, kapısı onların sayesinde.. bazen yapıyorlar, bazen yaptırıyorlar..hiç boş durmazlar mutlaka apartman da bişey bulurlar, hergün bahçeyi yıkar kız.. hiç kimse onlara birşey yapın demiyor  hep de çalışan insanlar var apartmanda, ben de hobilerimle uğraşıyorum.Herşeyin kararı iyi fazlası zarar diyorum...

2 Ekim 2010 Cumartesi

sevgili günlüğüm,,

   Bugün Mke korosuna başladım.. Repertuar çok güzel. Arkadaşlarımı gördüm, yeni yüzler de vardı. Onlarla henüz tanışmadım. Bu koromuz 1 eylül de başlıyor.. ben ancak gidebildim. Bazı arkadaşların da benim gibi sağlık sorunları olmuş. Örneğin; Uğur bey, bir hastanede beyin cerrahı. By pas ameliyatı olmuş.Sigara içmez, kilolu değil.. bu hastalık sinsi gelişiyor diyor. Herkesin senede bir kalbine baktırması, kolonoskopi yaptırması.. bayanlar mamografi vs. Tabi bunlar 45 yaşından sonra yapılması gerekiyor, ihmal etmeyin diyor.
   Dışarda mümkünse yemek yemeyin, kırmızı et tüketmeyin.. balık tavuk yememizi söylüyor. Bunları dinlerken evde Demir'i düşündüm. Hiç uygulamaz, ben spor yapıyorum deyip kurtarıyor kendini.
Cep telefonlarını çantanız da taşıyın gerekmedikce kullanmayın, yatak odanızda elektrikli birşey olmasın vs. önerilerinin arasında. Birbirinizle şakalaşın, espri yapın.. hayatınızdan gülmeyi eksik etmeyin diyor. Bildiğimiz şeyler bunlar... en iyisi güzel ortamlara gidebilmek.
   Korodan çıktım, Beşevler'e geldim Demir aradı. Emar çektireceğimi hatırlattı. Buluştuk, beraber gittik emara.
Emar çekilirken, kolumdan ilaç verdiler. Radyasyon almamam içinmiş. Çıkınca da, 3 litre su için dedi, vücuttan dışarı atmak içinmiş.Emarı çeken bayan; düştünüz mü dedi. Evet düştüm dedim. Çok sık düştüğümü söyledim. En son ne zaman düştünüz dedi. Seçim günü.. 12 eylül.. Merdivenlerden iniyordum, Demir önde.. Ben paldır küldür birden iniverdim .Gülmekten de kendimi alamıyorum, çünkü kısa süre önce de hamaktan düşmüştüm. Demir; ya noluyo sana, arkamı dönüyorum patır kütür düşüyorsun, yeter artık diye kızıyor.
Herhalde kötü çıkıyor filmler emar , onun için soruyorlardır diyorum kendi kendime..
  Salı akşamı sonuç alıp, perşembe günü de hocaya gösteririm....
  Yarın da engürü Türk müziği korom başlıyor, sevinçliyim...

18 Eylül 2010 Cumartesi

Facebook'ta okul arkadaşlarımı buldum.

     Kızım Barış'ın; facebook'a okul fotoğrafımı koyması ...
     İzmir'de evimizin taraçasında çekildiğimiz....
     İstanbul'daki hatıralar... ne güzel şey, geçmişe götürdün beni ...heyecanlandırdın.
     Hele okul arkadaşlarımı bulunca daha da çok sevindim, onlar da çok sevindiler.
     Benimle ilgili  hatırladıkları şeyleri yazdılar facebook'ta...
     Sevgi ile birlikte okuduk. Anne ne güzel, eski arkadaşların sana cevap yazıyor dedi. Demek ki onlar da benim kadar heyecanlandılar.
     Lale Leskay Tekön

Lale LLLale Leskay Tekön gülendam burda olsun görüşmek çok güzel o şiir her zaman aklımda hep seni hatırlatırdı çok sevindim keşke birgün hep beraber buluşabilsek.Nilgün AKter Mungan

Nilgün AKter Mungan canım arkadaşım... 40 yıl sonra seni görmek çok güzel... hiç değişmemişsin... gamzelerini seveyim..birde ince belin meşhurdu.. okulda kemerle hep belin incecikti...birde izmir eşrefpaşada oturduğunuz evin kocaman bir anahtarı vardı... anımsadıklarım....inan 40 yıl boyunca ara ara hep aklıma gelmişsindir..gülendam.... din hocamızın şiiri geldi aklıma .. hep sana söylerdi ..gülendaaammmmm oo all şaaleee büürünsüüünnnn....diye. ama sesinin güzelliğini bizlerden saklamışsın demekkii..burda öğrendimm.görüşelimm.. ailenle mutluluklar..

Gülsün Çakın Leskay 14 Eylül, 01:32
vala nemen tanıdım gulusun aynı supersin gene...



Jeyan Tufan 17 Eylül, 14:12
o gülednaaam bir al şaale bürünsün yürüsün saçı gönlüm gibi sürüsün öpüyorum görüşelimNalan Aydin




Nalan Aydin Merhaba ! Inanamiyorum ! Sen benim Camlaraltindan arkadasim :) Ve de Anitkabir'in merdivenlerindeki fotografin ne kadar hos . Mekan cok degerli zaten . Biliyormusun yillarca o Anitkabir'in karsisinda bir apartmanda oturdum ve de Anittepe Lisesisinde calistim . Cok seviniyorum eski okul arkadaslari hic olmazsa burada toplaniyoruz . Sen de yaz.Nalan Aydin Gul'cum cok mutluyum . Hele o fotografi cocuklarin koydu herhalde , ne tatlilar .. Tanismayi cok isterdim .


fotoğrafın yarısı çıktı, nasıl becerdiysem..:(



3 Ağustos 2010 Salı

Sıcak bir pazar tatili...




Bugün çok sıcak Ankara... gölgede 40 derece.
Pazar sabahı kahvaltıdan sonra, spor okulunun havuzuna gittik. Sevgi'yi geçen hafta kaçamak soktuk, bu hafta geçirmezler dedi babası. Sevgi gelmek istiyor, ben de geçirtiriz dedim. Babası huzursuz, bak geçemezsen geri dönersin, biz annenle gireriz dedi. Neyse biz hüviyetleri gösterirken o da geçti.
Havuz çok güzeldi, kalabalık da değildi.. herkese bir kulvar. Rahat rahat yüzdük, tadını çıkara çıkara... Sevgi arkadaşlarıyla, hafta içi İzzet Baysal' da havuza gitmiş, pek beğenmemiş.Spor okulunun havuzu daha güzel diyor. Biz,yazın da kapalı havuz tercih ediyoruz. Güneşlenmek için ayrıca terası var. 4 Tane de hamak koymuşlar, şezlongların, puf minderlerin dışında... Geçen hafta da, ben hamaktan düştüm. Hemen toparlandım, Demir güneşleniyordu, gürültüme kalktı. Ben revire gidip geleceğim hemen dedim. Doktor buz koydu, 20 dakika uzandım. Sağ ayak bileğim anında morardı, şişti, sol diz kapağım da biraz sıyrıldı. Ben gelmeyince merak etmiş, doktorun yanında bana bağırıyor; hamak senin neyine, hastaneden yeni çıktın, belin sakat vs. Doktor da asteğmen bana sormuştu, nasıl düştünüz diye. Ben de güneşlenirken, kalkarken filan dedim. Ben söylememiştim doktora, sen her şeyi açıklamış oldun dedim. Biz doktorla gülümsedik, Demir çok kızgın...
Yarım saat sonra ben yüzmeye başladım. Bu hafta zaten güneşlenmeye de çıkmadık, sadece yüzdük. Güneşlenme bölümünde tadilat varmış. Yarından itibaren, haftaya salı gününe kadar havuz kapalı. Havuzdan çıkınca da, anıttepe ordu evine gidelim dedi Demir,lahmacun, pide gibi bişeyler yemek için. Spor okulunda da, salata, çorba,meyve, fastfood türü yiyecekler var. Pide, lahmacun yok. Sevgi'yle ben de Edok'un pidesi daha güzel dedik, oraya gittik. Karadenizli pideci asker gelmiş. Bol kıymalı kapalı pide, karışık, kaşarlı, 2 lahmacun ve pizza söyledik. Gerçekten çocuklar çok güzel yapmışlar, ellerine sağlık... Malzemeler de iyiydi. Komutan değişince pideler de değişti.. Bir kaç yıl önce malzemeler azdı, güzel değildi.
Havalar nasıl olursa olsun bizim havamız iyi olsun... güzel bir pazar tatili oldu.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

FRANSIZ KADINLARIN GÜZEL YAŞLANMA SIRRI





New York Times gazetesinin Paris muhabiri Ann Morison, zarafetleriyle ünlü Fransız kadınların nasıl güzel yaşlandığını araştırdı. Morison'ın yazısından bazı bölümler...
  • Paris'te yaşadığım mahallede sık sık seke seke ilerleyen yaşlı bir kadın görüyorum. Etraftakileri hafif delice bir tebessümle selamlıyor. Kendi gibi olmaktan çok memnun olduğu her halinden belli bu kadına bakarken Fransız kadınlarının yaşlandıkça her şeyi unutup bir tek moda zevkleri ve giyim tarzlarını kaybetmediklerini düşünüyorum.
  • Eğer gerçekten genç kalabilmenin bir sırrı varsa, bunu kesinlikle Fransız kadınlar biliyor. Juliette Binoche (46), Segolene Royal (56) ya da Catherine Deneuve (66) gibi kadınlar ' zarafetle yaşlanabilme' sırrını biliyor gibi...
  • Fransız kadınlar vücut, saç ve ciltlerine adeta törensel bir alışkanlıkla bakıyorlar; yavaş yavaş ve keyifle. Onlar için her yaşta genç kendilerine bakmak, kışın kalın giyinmek kadar doğal bir alışkanlık. Sırlarını ise yalnızca kendi aralarında konuşuyorlar. Bir gün beraber akşam yemeği yerken üç torunu olan bir anneanneye nasıl genç kalabildiğini sorduğumda '' bu konuları kocamın yanında asla konuşmam'' diye yanıtladı.
  • 1 kilo bile önemli; Fransız kadını tartıya çıktığında bir kilo bile aldığını görürse, o kiloyu eski haline getirene kadar önüne geleni ardına koymayacaktır. Lesli Caron'' kilomun oynamasına asla izin vermem'' diyor. Mireille Guiliano çok satılan kitabında ''Fransız kadınlar şişmanlamıyor'' demişti, mesele bu değil: Fransız kadınlar şişmanlamayı reddediyor.
Aslında Fransız kadınlar çok fazla egzersiz de yapmıyor. Eşim ve ben Paris'e taşındığımızda spor salonu tavsiye etmelerini istediğimiz kişiler '' Niye ki? Spor salonları bir çeşit işkence'' diye yanıt vermişti. Fransızlar için tek zayıflama yöntemi yürümek. Eğer bir Fransız kadını yürümüyorsa mutlaka onun yerine bir hap, losyon makina ya da tedavi aracılığıyla formda kalıyordur. Eczaneler diyet ilaçlarıyla dolup taşıyor. Bu ürünler kalça, basen, popo ve karın gibi bölgeleri eritmeye yarayacağını öne sürüyor. Paris metro istasyonlarında görülen bir reklama göre, bir kerelik kullanımla 120 mekiğin verdiği etkiyi veren bir kemer bile var.
SPA'yı devlete ödetiyorlar
  • Fransız kadınlar ayrıca yüz maskesi, masaj ve' spa' gibi yöntemlerle kırışıklık, selülit ve sarkık ciltlere karşı koyuyor. Su jetleri, yosun tedavisi, çamur banyosu gibi yöntemler de çok kullanılıyor. Kireçlenme rahatsızlığından dolayı doktorlarından spa reçetesi alıp bunun büyük kısmını devlete ödetecek kadar şanslı.
  • Makyaja gelince genç kızlar dışında tüm Fransız kadınlar az makyajın daha makbul olduğu konusunda hem fikir. Kapatıcı gibi ürünler yerine allık sürmeyi tercih ediyor. Hep doğallığı tercih ediyorlar; biraz far, rimel, biraz göz kalemi ve dudak parlatıcısı yeterli. Şüphesiz, doğal görünmenin en kolay yolu iyi bir cilde sahip olabilmek. Belki de Fransızların sırrı tam olarak bu. 2008 de yapılan bir araştırmaya göre Fransız kadınlar cilt bakımına yılda 2.2 milyar dolar harcıyorlar.
  • Bazı Fransız kadınlar cilt bakımları için dermatolojistlere gidiyorlar. Çünkü çoğunlukla bu tedaviler sağlık sigortası tarafından karşılanıyor. Fakat cömert Fransız sistemi bile botox, kaldırma, enjeksiyon gibi estetik ameliyatları karşılamıyor. Elbette bu, Fransız kadınları prosedürleri yaptırmaktan alıkoymuyor.
  • Estetik cerrahlara göre, Fransa'da estetik ameliyat kadının '' doğal güzelliğini korumak'' için yapılıyor. Ameliyatın başarılı olduğunun göstergesi, fark edilemeyecek kadar belirsiz yapılması.
  • Fransız kadınlar saçlarını da her üç veya dört hafta bir kestiriyor ya da boyatıyor. Fransız kadınlar genellikle saçlarını soğuk suyla duruluyorlar.

27 Temmuz 2010 Salı

Aydın Boysan'ın yaşama sevinci...

Hasta olmaktan daha kötüsü, hastalık hastası olmak... çile doldurmak..
'' yaşıtları çoktan ölmüştü. Hastalık hastası ise, sürekli olarak ölmeye devam ediyordu'' diye...
Hasta olmamalı...
Hastalık kuruntusuna kapılmamalı. Güvenilecek doktoru bulup teslim olmalı. Hastalıkla da , ölümle de matrak geçmeli. Özeti bu!...

23 Temmuz 2010 Cuma

Sevgi binicilik kursuna başladı


Sevgi bugün binicilik kurslarına başladı. Hem korkuyor, hem de gitmek istiyor. Ben de biraz cesaretlendirdim. Çünkü hayvanların çoğundan korkuyor. Küçükken de sinek, kelebekten korkuyordu. Bolu'da kendi başına kalınca, bazı şeyleri öğrendi.
Hocası, önce atın üzerinde dik durmayı öğretmeye çalışıyor.Bir eli belinde, bir eli havada, sırt dik. Sürekli değiştirerek eli devam ediyor.45 dak. çalıştılar.Bacak kaslarını kuvvetlendirmesi gerekiyormuş. At biraz hızlanınca, Sevgi ay ayyy
diyor. Hoca da, bak sen bağırdıkca at da korkuyor,
demiş. Ondan sonra bağırmamaya başlamış. Bilkent öğrencisi bir kız da vardı 10. dersmiş onunda, o da korkuyormuş. Şimdi biraz daha alışmış. Yaşlı hanımlar da biniyorlar, hem de hızlı gidiyorlar kendi başlarına. Kızın bi tanesine, bayan hoca kızdı. Atın dizginleri senin elinde olacak. Sen, at nereye götürürse oraya gidiyorsun, dedi. Sen atı götüreceksin, at seni değil dedi.
Aslında atın üzerinde, dikkat ettim binenlere, vücudu ileri, geri oynatıyorlardı. Hemen hemen bütün kasları çalıştırıyor. Sevgi'ye soruyorum devam edecek misin diye. Devam edeceğim, korku, heyecan, zevkli diyor...
Demir arada geliyor bana, hadi artık kalk bilgisayarın başından , Ne yazıyorsun diyor. Hiiç, öykü yazıyorum diyorum. Binicilikten haberi yok, bakalım ne kadar devam edecek. Sevgi korktuğu için, böyle bir şey beklemez.

22 Temmuz 2010 Perşembe

yaşama sevinci...

Ferahlama çaresi küfür etmek. '' küfür ruhun yelpazesidir. Hergün bir küfür, huzur duygusunu artırır ve ömrü uzatır''. Çin atasözü. Ama sorunlara çare olmuyor, hastalığı iyileştirmiyor.
HANIMLAR:
Her kadının hanım olduğu söylenemiyor.
''Bir kadın, çevresinde bulunan erkekleri adam gibi davranmak zorunda bırakıyorsa, o hanımdır.''
Zekası kıt bile olsa her kadın, akıllı bir erkeği parmağında oynatır. Ama deli bir erkeği yönetmek için, çok akıllı bir kadın gerekir.'' (A. Maurois.)
''Hanımlar erkeklerin, gerçekleşen tek güzel rüyasıdır. (Lohberger)
İnsanın ne ile ilişkisi olursa olsun, hangi şartlarda olursa olsun, sürekli olarak ''daha iyiyi arama hırsı'' duyması gerekir.Hiçbir konuda bulunduğundan daha düşük düzeyde ilişkilere razı olmamaya bakmalı... ilişki konusu ne olursa olsun.
Nedir bu konular? İş ilişkisinden müzik dinlemeye kadar tüm yaşama ilişkilerimiz için geçerli bu söylediklerim. Yaşama şartlarımızı sağlayan mesleğimizde, işimizde daha az başarılı olmaya razı olmamak, borcumuz. Bu kolay anlaşılıyor da ör. müziğin en bayağısını dinlemeye razı olunuyor. Çok kimse bu konuda, bulunduğu zevksizlik çukurundan çıkmaya çabalamıyor. Herkes, her an her konuda bulunduğu yerden biraz daha yukarıya çıkmaya çalışmalı... sürekli olarak. İçinde bulunduğu şartlara hepten razı olan insanlar kondukları, bulundukları yeri de korıyamıyorlar. Çünkü çevre toplum, dünya ilerliyor. Onlar bulundukları yerde küçülüyorlar.
Daha iyi arama hırsı dedik. Genelde bize ''hırslı'' olmanın kötü bir şey olduğu öğretilmiştir, bu yanlıştır. Çünkü hırs denen erdem, insanları da toplumları da ileriye götürmenin en güvenilir itici gücüdür. Elbet amacı seçerken de, bu yolda giderken de, ahlak kuralları dışına çıkmamak şartıyla.
Bir bilim adamının, bilinmeyenlerin sonsuzluğunda bir gerçeği yakalama hırsı övülecek erdem değil midir? Bir sanatçının, yüzyıllara kalacak bir eseri yaratma hırsı, saygıyla karşılanmamalı mıdır?
Hırsın yanında sabır da şart. Sabretme gücü, zayıf insanların dayanağı. Sabırdan başka umutları olmadığı için. Oysa sabır da bir hesaba dayanmalı. Güçlü insanın sabrı hesaplı oluyor. Ne zaman, nereye varacağını bildiği için. Sabretmesini bilmeyen güçlü insan ise, sabırsızlığın kuyusuna düşmeye mahkum.
''Deli olma işten değil'' demek, kolayına kaçmak... Bir kere deli olmak öyle kolay iş değildir. Bir akıllı, deli oluncaya kadar öyle çileler çeker ki, akıl durur.
Evet, deli olabilmek akıllıların ayrıcalığıdır, aptalların değil. Ama akıllı, deli olabilmek için telaş içinde değildir. Olmamak için sabreder, dayanır, sonunda tükenir, deliliğe geçer.
Bilinmelidir ki akıllı, delirir, aptal tozutur.
Hırs isteğin ateşlenmesidir. Ne istediğini bilmeyenler, içinde hiçbir başarıya hırslanmayanlar, tembellerdir. Olmadık istekler ancak miskinlerden, tembellerden doğar.. Ne istediğini bilenler, başarı hırsıyla ateşlenenlerdir.
GÜN BAŞLIYOR...
Birazdan, kapı açılıp dışarı çıkılacak. Tembelliği, miskinliği övenlerin sevimli örneği: Meksikalılar demiş,
'' Ne güzeldir hiçbir şey yapmamak... ve ondan sonra da istirahat etmek...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Aydın Boysan'ın yaşama sevinci...

Ömrünü sürekli miskinlikle geçiren insan, tembelliğin tadını çıkarmayı bilemez. Çalışmayı bilmeyen insan, miskinliği içinde mayalaşır, çürür gider. Bir işin tersini bilmeyen, onun yüzünü de kavrayamaz, anlayamaz. Tembellik ve aylaklığın keyfini çıkarmanın tek yolu, çok çalışmayı bilmektir, onu başarmaktır. ''Başarı bir sonuçtur, hiçbir zaman araç olmamalıdır.'' Flaubert
'' Yaşamak mücadele etmek demektir.'' (Seneca)
Yaşamayı bilmek, nasıl yaşanması gerektiğini öğrenmek için çırpınmak borcumuz. Yaşayışı çook çok ciddiye almak zorundayız. Yaşamak bize verilmiş bir görev. Kısacası; biz yaşama görevlileriyiz. Kaçmak veya savsaklamak hakkımız olamaz. Yaşama görevini hakkıyla yapmak zorundayız. Yaşamayı ne kadar iyi öğrenirsek, zevkine de o kadar çok varacağız. Hayatın yalnız tatlı yanlarından hoşlanıp da, acı yanlarının yükünü sırtlanmaktan kaçmaya çalışmak, düpedüz anaforculuk.
Yaşamak bir bütün. Her anıyla birlikte.
'' En mutlu insan, yaşayışının başını sonunu birbirine bağlayabilen insandır.'' GOETHE
Yanar, döner olmamalı insanlar.
Bir üstad ( Menendar) bütün isteği;
'' Ya bir damla mutluluk, ya da bir fıçı akıl...''

20 Temmuz 2010 Salı

yaşama sevinci

Hastanedeyken Aydın Boysan'ın '' yaşama sevinci'' kitabını okudum. Bazı bölümlerini kendimce not aldım.
Dünya nimetleri der dururuz. Neden bunlardan faydalanmayız. Nedir bu dünya nimetleri?
Bir aklımıza getirsek, neden bunlardan yararlanmanın değil, yararlanmamanın yanlış olduğunu hemen göreceğiz.
Biz bu dünyayı sevmezsek, hatta tüm zorluklarına da karşın sevmezsek, kabahati kendimize bulalım. Çünkü bize bahşedilmiş olan tüm dünya nimetlerinin kıymetini bilmemiş olacağız. Bana kalırsa, cehennemlik olmanın esas sebepleri arasında bu anlayışsızlık olur sanırım.
Dünya nimetlerinin başında, bazı malzemeden önce bazı duygulanmalar gelse gerekir. Zaten her türlü malzemede; sıkıntıların atılması, huzur hatta mutluluk duygularının kazanılması için destektir.
Dünya nimetlerinden biri, yaşamak için bize verilmiş olan zaman. Bu düşünce hiç yadırganmamalı... Zaman, bütün insanlara, aynı şartlarla dağıtılmış bir servet. Ama zamanı iyi kullanmayı bilen var, bilmeyen var. Kendisine hediye edilen'' zaman''ı, yani yaşamak için kendisine bahşedilen ömrü boşuna harcayanlar, hesabını bilmeyen hovardaların zavallıları oluyor.
Bu zavallılar kendilerine acımadıkları gibi, başkalarına da acımazlar. Başkalarının zamanını ziyan etmenin, en bayağısından bir kötülük olduğunu algılayamazlar. Örneğin randevularına tam dakikasında gelmemek, başkalarının zamanını ziyan etmek , bir hırsızlık çeşitidir. Bu hırsızlığın ceza kanununda maddesi yoktur ama, böyle bir kötülük, dürüst ve akıllı insanda vicdan yarası doğurur.
Çalışma verimi en yüksek düzeyine, ancak kesintisiz olursa çıkabilir. İşte bunun için, zaman hırsızlarının bu çalışma yoğunluğu ve düzenini ikide bir kesip hıpalanmasına izin vermemelidir. Bir işi başarmak isteyen, kendini başkalarına kaptırmamalıdır.
Dünya nimetlerinden biri, çalışma gücümüz. '' Çalışmak çok zaman neşe duyabilmenin anasıdır.'' diyor üstad (Voltaria) . Devam edceğim...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

HIRSIZ

Cumartesi havuza gittik, özlemişim yüzmeyi. Biraz bahçede güneşlendik sonra yüzdük. Sabahtan iyi oluyor 40 dk. güneşlenip, bir saat yüzdükten sonra çıkıyoruz. Pazar günü tekrar gidecektik, hazırlandık. Arabaya hırsız girmiş, kontak anahtarını matkapla delmiş. Sağına soluna bakmadan, emniyet kilidinin farkına varmadan, direk delmiş kontak anahtarını sonra da çalıştıramamış arabayı. Demir de bizim arabaya bişey olmaz, çevrede bir sürü son model arabalar, jipler varken diyordu.
Biz de yürüyerek spor okuluna gittik. Dolmuşa da binebilirdik, yürümek istedim. Ben havuza gittim, Demir de spora girdi. İyi ki oralar var, kara kuvvetlerinin spor okulu. Öğleye yakın çıktık , bahçede buluştuk. Bişeyler yiyip içtik. Otobüs kızılaya, spor okulunun önünden geçiyor, bindim, kısa bir tur attım kızılayda,sonra metroya binip eve geldim. Demir benden önce gelmiş, o yürüdü.
Pazartesi (bugün) öğleden sonra arabaya kilit almış, 70 ytl. 30 ytl ye de takacakmış usta. Beş, altı yere sormuş, hepsi farklı fiyatlar söylemiş. Herkes benimki iyi diyormuş. Aldığı kilidin üzerinde yazı varmış, diğerleri çakma olabilirmiş, yazı inandırıcı gelmiş, doğruysa. Reno bayiine gitmiş önce, orası da 260 ytl demiş. 100 ytl 'ye mal oldu bize. Salak hırsız, baston kilidi görseydi belki de delmeyecekti. Hiç bakmadan dayamış matkabı...

15 Temmuz 2010 Perşembe

hastane muhabbetleri

Neslihan'ın, American Nightıngle hastanesindeki öğrencisi hocaymış, omurga, omurilik ameliyatlarına giriyormuş. Öğrencisine de sormuş rahatsızlığını. Hocam gelin bir de ben bakayım demiş. Pahalıymış, muayenesi 1400 YTL filanmış. Onların çektiği filmlerle, gazi hastanesinin çektiği filmler çok farklıymış, herşeyi açık açık gösteriyormuş. ''Ameliyatın için endişe etme olmuşsun, kafana takma. İki omur çok eskimiş, bunlara yapay omur takıyoruz, aralarına dolgu yapıyoruz. Bunu yaparken, omura ulaşmak için tek tek kesiyoruz sinirleri, kasları vs.. bayaa bi ince iş ve riskli, onun bile garantisini veremiyoruz'' demiş. Bana da daha önceki yattığımda nöroloji hocası aynen demişti. Ama hocalar çelişkili söylüyordu. Fizikçi acil ameliyat, nöroloji fizikle, egzersizle iyileşir demişti. Biz de şaşırmıştık ne yapacağımızı. En sonun da Demir'' ya hocam bize bişey söyleyin, ameliyatsa ameliyat, fizikse fizik değin, bir yol gösterin de onu yapalım'' demişti. En sonunda fizik tedaviyle geçmişti. Neyse arkadaşın öğrencisi, eski de olsa kendi omurganız daha iyi her zaman demiş. Bana da sakın ameliyat olma dedi. O daha detaylı anlattı, aklımda kalanlar bunlar.
Biz böyle anlatıyoruz, ben de dizlerimin altına birkaç tane yastık koyuyorum, belimi dinlendiriyor, diyorum. Yatağımda devamlı durur. Hatta Demir' de sana bişey olsa'' yastıklı kadın'' diye anacağım der. Neslihan da, işte diyor bu sözler benim kadınlığıma dokunuyor, kaldıramıyorum, dedi. Ben pek öyle düşünmedim.
Onun için diyor; lütfen çok dikkat et, ben senin şu halin gibiydim. Doktorları dinlemedim. Şimdi 7 aydır doğru dürüst kalkamıyorum, diyor. Psikolojisi bozulmuş, benimde biraz bozuldu hastanede. Kolu kırılmış birinin, kolu kırılan birini getirin bana demiş, adamın biri. Bana bu örneği verdi. Beni sık sık odasına çağırıyordu sohbet etmek için. Bana da anlatarak rahatladığını söyledi, psikolog gibi olduk, konuşarak. Kısaca leydi olacaksın arkadaşım diyor. Demir'e dedim, bundan sonra leydi olacağım diye, '' sen zaten leydi değil misin?'' dedi.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Hastanede bir arkadaşın öğütleri...


Biraz iyileşmeye başlayınca, TV salonuna gidiyordum. Herkesle konuşuyordum. Bir teyze vardı, onun da eşi emekli öğretmenmiş. Siyasetten konuştuk, ben daha önce CHP 'de çalıştığımı söyledim. Yanındaki arkadaş Neslihan'a, bak bu arkadaş da bizden , yani CHP'li dedi. üçümüzde CHP'li...
Neslihan'ın amcası 1980 lerde Ordu senatörüymüş, CHP'den. Şimdi Kılıçdaroğlu'nu desteklemek lazım diyor, ben de katılıyorum. Onlar 2 kişilik özel odada kalıyorlardı. Sonra odalarına gittim, ağrılarımızı konuştuk.Neslihan 7 ay önce belinden ameliyat olmuş, hiç kalkamamış doğru düzgün. Rahat hareket edemiyormuş ve her sene Ordu'dan Gazi hastanesine fiziğe geliyormuş. Bana; senin yine iyi bu kadar hareket edebiliyorsun, oturabiliyorsun , belinin kıymetini bil dedi. Ama kendinden olduğunu söylüyor. Ben hiç doktorları dinlemedim, ev işi yapma dedi, yaptım, cam sildim. Okula gitmeden önce balkonu yıkardım, çocuklar okuldan gelince ayaklarının tozu ile salona geçmesinler diye. Ütü yapardım ayakta kimseye güvenmezdim, çok titizdim. Gittiğim bir evde çamaşır makinesinin kapağının tozunu görürdüm. İçimden, bir bez bulup da silememiş mi dediğim, o kıytırik insanlar karşıma geliyor, üzülüyorum. Geziyorlar...
Hoca, bununla yaşamayı öğreneceksin demiş. Ameliyattan 2 ay sonra yemek pişirebilirsin demiş. Yemek yaparken de zorlandığını söylemiş. Sormuş hoca nasıl yapıyorsun yemeği.
Alt dolaptan tencereyi çıkarıyorum, aşağı raftan soğan alıyorum, buzdolabının sebzeliğinden sebzeleri alıp, birkaç defa yıkayıp, ayıklayıp,yağı tuzu... pişiriyorum demiş.
Haa demiş hoca; bunların hepsini kocandan isteyeceksin, ondan sonra pişireceksin. Tencere mencere sen çıkarma demiş. Öyle yemeye ne var,yemek pişirdim mi ben derim, demiş.
Yani leydi olacaksın, hiçbirşey yapmayacaksın diyor, Neslihan.
Daha sonra, Amerikan nightıngle da öğrencisinin söylediklerini anlatacağım. ayy doğru yazdım mı bilmiyorum. Öğrencisi de o hastanede hocaymış.