Bu Blogda Ara

28 Temmuz 2010 Çarşamba

FRANSIZ KADINLARIN GÜZEL YAŞLANMA SIRRI





New York Times gazetesinin Paris muhabiri Ann Morison, zarafetleriyle ünlü Fransız kadınların nasıl güzel yaşlandığını araştırdı. Morison'ın yazısından bazı bölümler...
  • Paris'te yaşadığım mahallede sık sık seke seke ilerleyen yaşlı bir kadın görüyorum. Etraftakileri hafif delice bir tebessümle selamlıyor. Kendi gibi olmaktan çok memnun olduğu her halinden belli bu kadına bakarken Fransız kadınlarının yaşlandıkça her şeyi unutup bir tek moda zevkleri ve giyim tarzlarını kaybetmediklerini düşünüyorum.
  • Eğer gerçekten genç kalabilmenin bir sırrı varsa, bunu kesinlikle Fransız kadınlar biliyor. Juliette Binoche (46), Segolene Royal (56) ya da Catherine Deneuve (66) gibi kadınlar ' zarafetle yaşlanabilme' sırrını biliyor gibi...
  • Fransız kadınlar vücut, saç ve ciltlerine adeta törensel bir alışkanlıkla bakıyorlar; yavaş yavaş ve keyifle. Onlar için her yaşta genç kendilerine bakmak, kışın kalın giyinmek kadar doğal bir alışkanlık. Sırlarını ise yalnızca kendi aralarında konuşuyorlar. Bir gün beraber akşam yemeği yerken üç torunu olan bir anneanneye nasıl genç kalabildiğini sorduğumda '' bu konuları kocamın yanında asla konuşmam'' diye yanıtladı.
  • 1 kilo bile önemli; Fransız kadını tartıya çıktığında bir kilo bile aldığını görürse, o kiloyu eski haline getirene kadar önüne geleni ardına koymayacaktır. Lesli Caron'' kilomun oynamasına asla izin vermem'' diyor. Mireille Guiliano çok satılan kitabında ''Fransız kadınlar şişmanlamıyor'' demişti, mesele bu değil: Fransız kadınlar şişmanlamayı reddediyor.
Aslında Fransız kadınlar çok fazla egzersiz de yapmıyor. Eşim ve ben Paris'e taşındığımızda spor salonu tavsiye etmelerini istediğimiz kişiler '' Niye ki? Spor salonları bir çeşit işkence'' diye yanıt vermişti. Fransızlar için tek zayıflama yöntemi yürümek. Eğer bir Fransız kadını yürümüyorsa mutlaka onun yerine bir hap, losyon makina ya da tedavi aracılığıyla formda kalıyordur. Eczaneler diyet ilaçlarıyla dolup taşıyor. Bu ürünler kalça, basen, popo ve karın gibi bölgeleri eritmeye yarayacağını öne sürüyor. Paris metro istasyonlarında görülen bir reklama göre, bir kerelik kullanımla 120 mekiğin verdiği etkiyi veren bir kemer bile var.
SPA'yı devlete ödetiyorlar
  • Fransız kadınlar ayrıca yüz maskesi, masaj ve' spa' gibi yöntemlerle kırışıklık, selülit ve sarkık ciltlere karşı koyuyor. Su jetleri, yosun tedavisi, çamur banyosu gibi yöntemler de çok kullanılıyor. Kireçlenme rahatsızlığından dolayı doktorlarından spa reçetesi alıp bunun büyük kısmını devlete ödetecek kadar şanslı.
  • Makyaja gelince genç kızlar dışında tüm Fransız kadınlar az makyajın daha makbul olduğu konusunda hem fikir. Kapatıcı gibi ürünler yerine allık sürmeyi tercih ediyor. Hep doğallığı tercih ediyorlar; biraz far, rimel, biraz göz kalemi ve dudak parlatıcısı yeterli. Şüphesiz, doğal görünmenin en kolay yolu iyi bir cilde sahip olabilmek. Belki de Fransızların sırrı tam olarak bu. 2008 de yapılan bir araştırmaya göre Fransız kadınlar cilt bakımına yılda 2.2 milyar dolar harcıyorlar.
  • Bazı Fransız kadınlar cilt bakımları için dermatolojistlere gidiyorlar. Çünkü çoğunlukla bu tedaviler sağlık sigortası tarafından karşılanıyor. Fakat cömert Fransız sistemi bile botox, kaldırma, enjeksiyon gibi estetik ameliyatları karşılamıyor. Elbette bu, Fransız kadınları prosedürleri yaptırmaktan alıkoymuyor.
  • Estetik cerrahlara göre, Fransa'da estetik ameliyat kadının '' doğal güzelliğini korumak'' için yapılıyor. Ameliyatın başarılı olduğunun göstergesi, fark edilemeyecek kadar belirsiz yapılması.
  • Fransız kadınlar saçlarını da her üç veya dört hafta bir kestiriyor ya da boyatıyor. Fransız kadınlar genellikle saçlarını soğuk suyla duruluyorlar.

27 Temmuz 2010 Salı

Aydın Boysan'ın yaşama sevinci...

Hasta olmaktan daha kötüsü, hastalık hastası olmak... çile doldurmak..
'' yaşıtları çoktan ölmüştü. Hastalık hastası ise, sürekli olarak ölmeye devam ediyordu'' diye...
Hasta olmamalı...
Hastalık kuruntusuna kapılmamalı. Güvenilecek doktoru bulup teslim olmalı. Hastalıkla da , ölümle de matrak geçmeli. Özeti bu!...

23 Temmuz 2010 Cuma

Sevgi binicilik kursuna başladı


Sevgi bugün binicilik kurslarına başladı. Hem korkuyor, hem de gitmek istiyor. Ben de biraz cesaretlendirdim. Çünkü hayvanların çoğundan korkuyor. Küçükken de sinek, kelebekten korkuyordu. Bolu'da kendi başına kalınca, bazı şeyleri öğrendi.
Hocası, önce atın üzerinde dik durmayı öğretmeye çalışıyor.Bir eli belinde, bir eli havada, sırt dik. Sürekli değiştirerek eli devam ediyor.45 dak. çalıştılar.Bacak kaslarını kuvvetlendirmesi gerekiyormuş. At biraz hızlanınca, Sevgi ay ayyy
diyor. Hoca da, bak sen bağırdıkca at da korkuyor,
demiş. Ondan sonra bağırmamaya başlamış. Bilkent öğrencisi bir kız da vardı 10. dersmiş onunda, o da korkuyormuş. Şimdi biraz daha alışmış. Yaşlı hanımlar da biniyorlar, hem de hızlı gidiyorlar kendi başlarına. Kızın bi tanesine, bayan hoca kızdı. Atın dizginleri senin elinde olacak. Sen, at nereye götürürse oraya gidiyorsun, dedi. Sen atı götüreceksin, at seni değil dedi.
Aslında atın üzerinde, dikkat ettim binenlere, vücudu ileri, geri oynatıyorlardı. Hemen hemen bütün kasları çalıştırıyor. Sevgi'ye soruyorum devam edecek misin diye. Devam edeceğim, korku, heyecan, zevkli diyor...
Demir arada geliyor bana, hadi artık kalk bilgisayarın başından , Ne yazıyorsun diyor. Hiiç, öykü yazıyorum diyorum. Binicilikten haberi yok, bakalım ne kadar devam edecek. Sevgi korktuğu için, böyle bir şey beklemez.

22 Temmuz 2010 Perşembe

yaşama sevinci...

Ferahlama çaresi küfür etmek. '' küfür ruhun yelpazesidir. Hergün bir küfür, huzur duygusunu artırır ve ömrü uzatır''. Çin atasözü. Ama sorunlara çare olmuyor, hastalığı iyileştirmiyor.
HANIMLAR:
Her kadının hanım olduğu söylenemiyor.
''Bir kadın, çevresinde bulunan erkekleri adam gibi davranmak zorunda bırakıyorsa, o hanımdır.''
Zekası kıt bile olsa her kadın, akıllı bir erkeği parmağında oynatır. Ama deli bir erkeği yönetmek için, çok akıllı bir kadın gerekir.'' (A. Maurois.)
''Hanımlar erkeklerin, gerçekleşen tek güzel rüyasıdır. (Lohberger)
İnsanın ne ile ilişkisi olursa olsun, hangi şartlarda olursa olsun, sürekli olarak ''daha iyiyi arama hırsı'' duyması gerekir.Hiçbir konuda bulunduğundan daha düşük düzeyde ilişkilere razı olmamaya bakmalı... ilişki konusu ne olursa olsun.
Nedir bu konular? İş ilişkisinden müzik dinlemeye kadar tüm yaşama ilişkilerimiz için geçerli bu söylediklerim. Yaşama şartlarımızı sağlayan mesleğimizde, işimizde daha az başarılı olmaya razı olmamak, borcumuz. Bu kolay anlaşılıyor da ör. müziğin en bayağısını dinlemeye razı olunuyor. Çok kimse bu konuda, bulunduğu zevksizlik çukurundan çıkmaya çabalamıyor. Herkes, her an her konuda bulunduğu yerden biraz daha yukarıya çıkmaya çalışmalı... sürekli olarak. İçinde bulunduğu şartlara hepten razı olan insanlar kondukları, bulundukları yeri de korıyamıyorlar. Çünkü çevre toplum, dünya ilerliyor. Onlar bulundukları yerde küçülüyorlar.
Daha iyi arama hırsı dedik. Genelde bize ''hırslı'' olmanın kötü bir şey olduğu öğretilmiştir, bu yanlıştır. Çünkü hırs denen erdem, insanları da toplumları da ileriye götürmenin en güvenilir itici gücüdür. Elbet amacı seçerken de, bu yolda giderken de, ahlak kuralları dışına çıkmamak şartıyla.
Bir bilim adamının, bilinmeyenlerin sonsuzluğunda bir gerçeği yakalama hırsı övülecek erdem değil midir? Bir sanatçının, yüzyıllara kalacak bir eseri yaratma hırsı, saygıyla karşılanmamalı mıdır?
Hırsın yanında sabır da şart. Sabretme gücü, zayıf insanların dayanağı. Sabırdan başka umutları olmadığı için. Oysa sabır da bir hesaba dayanmalı. Güçlü insanın sabrı hesaplı oluyor. Ne zaman, nereye varacağını bildiği için. Sabretmesini bilmeyen güçlü insan ise, sabırsızlığın kuyusuna düşmeye mahkum.
''Deli olma işten değil'' demek, kolayına kaçmak... Bir kere deli olmak öyle kolay iş değildir. Bir akıllı, deli oluncaya kadar öyle çileler çeker ki, akıl durur.
Evet, deli olabilmek akıllıların ayrıcalığıdır, aptalların değil. Ama akıllı, deli olabilmek için telaş içinde değildir. Olmamak için sabreder, dayanır, sonunda tükenir, deliliğe geçer.
Bilinmelidir ki akıllı, delirir, aptal tozutur.
Hırs isteğin ateşlenmesidir. Ne istediğini bilmeyenler, içinde hiçbir başarıya hırslanmayanlar, tembellerdir. Olmadık istekler ancak miskinlerden, tembellerden doğar.. Ne istediğini bilenler, başarı hırsıyla ateşlenenlerdir.
GÜN BAŞLIYOR...
Birazdan, kapı açılıp dışarı çıkılacak. Tembelliği, miskinliği övenlerin sevimli örneği: Meksikalılar demiş,
'' Ne güzeldir hiçbir şey yapmamak... ve ondan sonra da istirahat etmek...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Aydın Boysan'ın yaşama sevinci...

Ömrünü sürekli miskinlikle geçiren insan, tembelliğin tadını çıkarmayı bilemez. Çalışmayı bilmeyen insan, miskinliği içinde mayalaşır, çürür gider. Bir işin tersini bilmeyen, onun yüzünü de kavrayamaz, anlayamaz. Tembellik ve aylaklığın keyfini çıkarmanın tek yolu, çok çalışmayı bilmektir, onu başarmaktır. ''Başarı bir sonuçtur, hiçbir zaman araç olmamalıdır.'' Flaubert
'' Yaşamak mücadele etmek demektir.'' (Seneca)
Yaşamayı bilmek, nasıl yaşanması gerektiğini öğrenmek için çırpınmak borcumuz. Yaşayışı çook çok ciddiye almak zorundayız. Yaşamak bize verilmiş bir görev. Kısacası; biz yaşama görevlileriyiz. Kaçmak veya savsaklamak hakkımız olamaz. Yaşama görevini hakkıyla yapmak zorundayız. Yaşamayı ne kadar iyi öğrenirsek, zevkine de o kadar çok varacağız. Hayatın yalnız tatlı yanlarından hoşlanıp da, acı yanlarının yükünü sırtlanmaktan kaçmaya çalışmak, düpedüz anaforculuk.
Yaşamak bir bütün. Her anıyla birlikte.
'' En mutlu insan, yaşayışının başını sonunu birbirine bağlayabilen insandır.'' GOETHE
Yanar, döner olmamalı insanlar.
Bir üstad ( Menendar) bütün isteği;
'' Ya bir damla mutluluk, ya da bir fıçı akıl...''

20 Temmuz 2010 Salı

yaşama sevinci

Hastanedeyken Aydın Boysan'ın '' yaşama sevinci'' kitabını okudum. Bazı bölümlerini kendimce not aldım.
Dünya nimetleri der dururuz. Neden bunlardan faydalanmayız. Nedir bu dünya nimetleri?
Bir aklımıza getirsek, neden bunlardan yararlanmanın değil, yararlanmamanın yanlış olduğunu hemen göreceğiz.
Biz bu dünyayı sevmezsek, hatta tüm zorluklarına da karşın sevmezsek, kabahati kendimize bulalım. Çünkü bize bahşedilmiş olan tüm dünya nimetlerinin kıymetini bilmemiş olacağız. Bana kalırsa, cehennemlik olmanın esas sebepleri arasında bu anlayışsızlık olur sanırım.
Dünya nimetlerinin başında, bazı malzemeden önce bazı duygulanmalar gelse gerekir. Zaten her türlü malzemede; sıkıntıların atılması, huzur hatta mutluluk duygularının kazanılması için destektir.
Dünya nimetlerinden biri, yaşamak için bize verilmiş olan zaman. Bu düşünce hiç yadırganmamalı... Zaman, bütün insanlara, aynı şartlarla dağıtılmış bir servet. Ama zamanı iyi kullanmayı bilen var, bilmeyen var. Kendisine hediye edilen'' zaman''ı, yani yaşamak için kendisine bahşedilen ömrü boşuna harcayanlar, hesabını bilmeyen hovardaların zavallıları oluyor.
Bu zavallılar kendilerine acımadıkları gibi, başkalarına da acımazlar. Başkalarının zamanını ziyan etmenin, en bayağısından bir kötülük olduğunu algılayamazlar. Örneğin randevularına tam dakikasında gelmemek, başkalarının zamanını ziyan etmek , bir hırsızlık çeşitidir. Bu hırsızlığın ceza kanununda maddesi yoktur ama, böyle bir kötülük, dürüst ve akıllı insanda vicdan yarası doğurur.
Çalışma verimi en yüksek düzeyine, ancak kesintisiz olursa çıkabilir. İşte bunun için, zaman hırsızlarının bu çalışma yoğunluğu ve düzenini ikide bir kesip hıpalanmasına izin vermemelidir. Bir işi başarmak isteyen, kendini başkalarına kaptırmamalıdır.
Dünya nimetlerinden biri, çalışma gücümüz. '' Çalışmak çok zaman neşe duyabilmenin anasıdır.'' diyor üstad (Voltaria) . Devam edceğim...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

HIRSIZ

Cumartesi havuza gittik, özlemişim yüzmeyi. Biraz bahçede güneşlendik sonra yüzdük. Sabahtan iyi oluyor 40 dk. güneşlenip, bir saat yüzdükten sonra çıkıyoruz. Pazar günü tekrar gidecektik, hazırlandık. Arabaya hırsız girmiş, kontak anahtarını matkapla delmiş. Sağına soluna bakmadan, emniyet kilidinin farkına varmadan, direk delmiş kontak anahtarını sonra da çalıştıramamış arabayı. Demir de bizim arabaya bişey olmaz, çevrede bir sürü son model arabalar, jipler varken diyordu.
Biz de yürüyerek spor okuluna gittik. Dolmuşa da binebilirdik, yürümek istedim. Ben havuza gittim, Demir de spora girdi. İyi ki oralar var, kara kuvvetlerinin spor okulu. Öğleye yakın çıktık , bahçede buluştuk. Bişeyler yiyip içtik. Otobüs kızılaya, spor okulunun önünden geçiyor, bindim, kısa bir tur attım kızılayda,sonra metroya binip eve geldim. Demir benden önce gelmiş, o yürüdü.
Pazartesi (bugün) öğleden sonra arabaya kilit almış, 70 ytl. 30 ytl ye de takacakmış usta. Beş, altı yere sormuş, hepsi farklı fiyatlar söylemiş. Herkes benimki iyi diyormuş. Aldığı kilidin üzerinde yazı varmış, diğerleri çakma olabilirmiş, yazı inandırıcı gelmiş, doğruysa. Reno bayiine gitmiş önce, orası da 260 ytl demiş. 100 ytl 'ye mal oldu bize. Salak hırsız, baston kilidi görseydi belki de delmeyecekti. Hiç bakmadan dayamış matkabı...

15 Temmuz 2010 Perşembe

hastane muhabbetleri

Neslihan'ın, American Nightıngle hastanesindeki öğrencisi hocaymış, omurga, omurilik ameliyatlarına giriyormuş. Öğrencisine de sormuş rahatsızlığını. Hocam gelin bir de ben bakayım demiş. Pahalıymış, muayenesi 1400 YTL filanmış. Onların çektiği filmlerle, gazi hastanesinin çektiği filmler çok farklıymış, herşeyi açık açık gösteriyormuş. ''Ameliyatın için endişe etme olmuşsun, kafana takma. İki omur çok eskimiş, bunlara yapay omur takıyoruz, aralarına dolgu yapıyoruz. Bunu yaparken, omura ulaşmak için tek tek kesiyoruz sinirleri, kasları vs.. bayaa bi ince iş ve riskli, onun bile garantisini veremiyoruz'' demiş. Bana da daha önceki yattığımda nöroloji hocası aynen demişti. Ama hocalar çelişkili söylüyordu. Fizikçi acil ameliyat, nöroloji fizikle, egzersizle iyileşir demişti. Biz de şaşırmıştık ne yapacağımızı. En sonun da Demir'' ya hocam bize bişey söyleyin, ameliyatsa ameliyat, fizikse fizik değin, bir yol gösterin de onu yapalım'' demişti. En sonunda fizik tedaviyle geçmişti. Neyse arkadaşın öğrencisi, eski de olsa kendi omurganız daha iyi her zaman demiş. Bana da sakın ameliyat olma dedi. O daha detaylı anlattı, aklımda kalanlar bunlar.
Biz böyle anlatıyoruz, ben de dizlerimin altına birkaç tane yastık koyuyorum, belimi dinlendiriyor, diyorum. Yatağımda devamlı durur. Hatta Demir' de sana bişey olsa'' yastıklı kadın'' diye anacağım der. Neslihan da, işte diyor bu sözler benim kadınlığıma dokunuyor, kaldıramıyorum, dedi. Ben pek öyle düşünmedim.
Onun için diyor; lütfen çok dikkat et, ben senin şu halin gibiydim. Doktorları dinlemedim. Şimdi 7 aydır doğru dürüst kalkamıyorum, diyor. Psikolojisi bozulmuş, benimde biraz bozuldu hastanede. Kolu kırılmış birinin, kolu kırılan birini getirin bana demiş, adamın biri. Bana bu örneği verdi. Beni sık sık odasına çağırıyordu sohbet etmek için. Bana da anlatarak rahatladığını söyledi, psikolog gibi olduk, konuşarak. Kısaca leydi olacaksın arkadaşım diyor. Demir'e dedim, bundan sonra leydi olacağım diye, '' sen zaten leydi değil misin?'' dedi.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Hastanede bir arkadaşın öğütleri...


Biraz iyileşmeye başlayınca, TV salonuna gidiyordum. Herkesle konuşuyordum. Bir teyze vardı, onun da eşi emekli öğretmenmiş. Siyasetten konuştuk, ben daha önce CHP 'de çalıştığımı söyledim. Yanındaki arkadaş Neslihan'a, bak bu arkadaş da bizden , yani CHP'li dedi. üçümüzde CHP'li...
Neslihan'ın amcası 1980 lerde Ordu senatörüymüş, CHP'den. Şimdi Kılıçdaroğlu'nu desteklemek lazım diyor, ben de katılıyorum. Onlar 2 kişilik özel odada kalıyorlardı. Sonra odalarına gittim, ağrılarımızı konuştuk.Neslihan 7 ay önce belinden ameliyat olmuş, hiç kalkamamış doğru düzgün. Rahat hareket edemiyormuş ve her sene Ordu'dan Gazi hastanesine fiziğe geliyormuş. Bana; senin yine iyi bu kadar hareket edebiliyorsun, oturabiliyorsun , belinin kıymetini bil dedi. Ama kendinden olduğunu söylüyor. Ben hiç doktorları dinlemedim, ev işi yapma dedi, yaptım, cam sildim. Okula gitmeden önce balkonu yıkardım, çocuklar okuldan gelince ayaklarının tozu ile salona geçmesinler diye. Ütü yapardım ayakta kimseye güvenmezdim, çok titizdim. Gittiğim bir evde çamaşır makinesinin kapağının tozunu görürdüm. İçimden, bir bez bulup da silememiş mi dediğim, o kıytırik insanlar karşıma geliyor, üzülüyorum. Geziyorlar...
Hoca, bununla yaşamayı öğreneceksin demiş. Ameliyattan 2 ay sonra yemek pişirebilirsin demiş. Yemek yaparken de zorlandığını söylemiş. Sormuş hoca nasıl yapıyorsun yemeği.
Alt dolaptan tencereyi çıkarıyorum, aşağı raftan soğan alıyorum, buzdolabının sebzeliğinden sebzeleri alıp, birkaç defa yıkayıp, ayıklayıp,yağı tuzu... pişiriyorum demiş.
Haa demiş hoca; bunların hepsini kocandan isteyeceksin, ondan sonra pişireceksin. Tencere mencere sen çıkarma demiş. Öyle yemeye ne var,yemek pişirdim mi ben derim, demiş.
Yani leydi olacaksın, hiçbirşey yapmayacaksın diyor, Neslihan.
Daha sonra, Amerikan nightıngle da öğrencisinin söylediklerini anlatacağım. ayy doğru yazdım mı bilmiyorum. Öğrencisi de o hastanede hocaymış.

13 Temmuz 2010 Salı

Bugün hocaya gittik....

Belimin ve omzumun ağrısı geçti. Taburcu olacağıma yakın, sol bacağım fena halde kasıyor.
Doktoruma sordum, hareketlerine dikkat et. Seni zorlayan egzersizleri yapma demişti. Eve gelince herhalde geçer diye düşündüm. Sabahtan beni biraz idare ediyor da öğleye yakın ayakta duramıyorum. Bugün Demir'le hocaya gittik. İzinden yeni dönmüş, şansımıza. Durumumu anlatım..
Panik yapmayın dedi. Muayene odasına geçtik, muayene etti. Ağrımın tarifini sordu, yanma şeklinde başlıyor ayak bileğimde bitiyor dedim. Muayene sonucunda; beni iyi gördüğünü söyledi.
Bir ilaç verdi çekmecesinden, ambalajsız. Bunu iç, geçmezse eczaneden bir kutu daha al, ona reçete yazarım korseyle beraber dedi. Ayrıca bandajlı korse de verdi, ayakta kaldığım zamanlar ve yolculukta kullanmak için, devamlı takılmayacak. Verdiği ilaçta, uyarılan sinirleri uyutacak herhalde... ona benzer bişey dedi. Yine geçmezse gel dedi, bakalım....
Artık beline nasıl davranacağını öğrenmişsindir, kilo almayacağız, egzersizlerimizi yapacağız dedi. Bu arada Demir, TV' den izlediği omurga ile ilgili ameliyatı söyledi. Hoca da o bundan sonraki aşama, şu anda böyle bişey yok dedi. Demek ki , daha da ilerletmemem gerekir.
Hastanede yattığım süre içinde, hastalarla arkadaş olduk, sohbet ettik, çay demleyip beni çağırıyorlardı. Ara sıra katılıyordum, çünkü çayın yanında bişeyler getirtip yiyorlardı. Ben yememek için çay da içmiyordum. Sadece hastanede verilenlerle yetiniyordum, diyetisyenim dediği için. Çünkü 10 kg vermem gerekiyor. Benimle birlikte Neslihan da yemiyordu. Neslihan da emekli öğretmen, Ordu'dan gelmiş, benden 6 yaş genç, sarışın hoş bir hanım... çok bol sohbetli, kahkahalı... Teyzemin hakimin karısı dediği, Trabzonlu Nuran hanıma benzettim, kaplıcadan. Acaba karadenizli hanımlar böyle mi, öğretmen oldukları için mi? sohbetleri de kahkahaları da çok benziyordu...Hastane anılarıma devam edeceğim...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Hastane günlüğüm


16 haz. 2010 da gazi hastanesi, fizik tedavi bölümünde 3 hafta yatarak, belimden ve omuzumdan tedavi gördüm. Vakit nasıl geçecek, bir taraftan ağrılar...
17 haz. sabah kan alındı. Bele ve sağ omuza fizik tedavi yapıldı. Günde 3 defa egzersiz, yürüme bandı+ bisiklet onar dakika.
Yemeğim diyet gelmeye başladı. 10 kg verirsem, rahat edeceğimi söyledi hoca.
Fizyoterapistimle sohbet ediyoruz. Ben yüzmeye de gidiyorum dedim, tavsiyesi; yüzmeye başlamadan kas gevşetici hareketler yap omuzlara. Sonra 5 tur yüz bir dakika dinlen, tekrar 5 tur yüz. Az geliyorsa sayısını artır yüzmenin. Saatle değil sayıyla yüz, müsabakalara girmeyeceksin, sağlık için dedi. Fizyoterapist kız,'' ne güzel gamzelerin var, çalışıyor musun'' dedi. Emekliyim deyince yaşımı sordu. 55 Dedim, ''Aaa hiç göstermiyorsunuz. Benim annem 45 yaşında, o da göstermez yaşını ama siz hiç göstermiyorsunuz'' dedi. Müziğe, spora gittiğimi anlattım. Hımm onlar insanı genç tutuyor demek ki dedi. Şu bel ağrıları da olmasa daha iyi olacak. Siz dedim, belinizi hiç ağrıtmazsınız, nasıl kullanacağınızı bilirsiniz, egzersizlerinizi yaparsınız. ''Hiç öyle değil,mesela bugün çok belim ağrıyor. Vücudumuzu iyi kullanamıyoruz, vaktiyle önlemini almak, ağrıtmamamız gerekirmiş. Daha çok masraf, daha çok ağrılar, daha çok zaman... her türlü pahallıya patlıyor. Genellikle insanlara hizmet verenler, kendilerinde uygulayamıyorlarmış. İnsanlar önce para kazanıyorlar sağlığını kaybediyorlar, sonra sağlıkları için para harcıyorlarmış. Devam edeceğim...